Gurbetçiler zengin mi?

Gurbetçiler zengin mi?

Avrupa ülkelerinde yaşayan Türkler olarak, ekonomik açıdan Türkiye ortalamasının üzerindeyiz ancak kültürel ve sosyal sermaye açısından oldukça geri durumdayız.

OKTAN ERDİKMEN -  Gurbet yolculuğu ekonomik nedenlerle başladı. İlk geri dönüşlerse yine ekonomik nedenlerle 1966’da gerçekleşti. 1983’te teşviklere rağmen sadece 250 bin kişi döndü. Yani Avrupa’nın ekonomik durumu iyi de olsa, kötü de olsa, “Türkiye’den daha iyi” olacağı düşüncesiyle, insanlar burada kalmayı tercih etti. 

Burada kalanlar, zaman içerisinde kendi iş yerlerini açmaya başladılar. Bugün, Avrupa Birliği’ndeki girişimcilerimizin sayısı 150 binin üzerinde.

Türkiye’deki siyasetçiler de zaman zaman bu rakamları dile getiriyor ve gurbetçilerle gurur duyduklarını söylüyorlar. Erdoğan, 16 Nisan referandumu öncesi Almanya’yı hedef aldığı bir konuşmasında, gurbetçilerin en iyi arabalara binmesini ve en iyi evlerde oturmasını tavsiye etmişti.

Almanları kızdırmak için en iyi evlerde oturmak ve en iyi arabalara binmek ilginç bir düşünce tarzı. Ancak günümüzde toplumların, özellikle de çok kültürlü toplumların kurdukları ilişkiler, bu ifadelerin ötesine geçiyor. 

Pierre Bourdieu kültürün, insanlarla iletişimin temellerini meydana getirdiğini söyler. Bu aynı zamanda bir baskınlık, öne çıkma aracıdır. Bilim, sanat, din, dil ve bütün sembolik sistemler, sadece insan ilişkilerinin temellerini oluşturmakla kalmaz, aynı zamanda sosyal hiyerarşileri, katmanları da meydana getirirler. Kültürün üreticileri ve aracıları olan kesim ise entelektüellerdir. Aydınlar, bu alanları belirlemede ve kurumsal hiyerarşiler oluşturmada öncü rol oynarlar.

Peki, gurbetçilerin sadece ekonomik sermaye ile hareket ederek, en iyi evlerde oturup, en iyi arabalara binmek suretiyle, kültürün üreticileri ve aracıları olabilme şansı var mı? Ne yazık ki, hayır.

Modern sosyolojide sermaye ekonomik, kültürel, sosyal ve simgesel sermaye adı altında dört başlıkta inceleniyor.

Gurbetçiler olarak, ekonomik sermaye konusunda her ne kadar Türkiye şartlarının üzerinde bir yaşam standardına ulaşmış olsak da, kültürel, sosyal ve sembolik sermaye alt başlıklarını ele aldığımızda, Türkiye ortalamasının gerisinde kaldık.

Almanya’da ise ekonomik sermaye kısmında bile gerideyiz çünkü bu ülkede yaşayan Türkiye kökenlilerin yüzde 22’si işsiz ve yüzde 40’ı devlet desteği olmaksızın geçinemiyor.

Eğitim sistemindeki ayrımcı uygulamalar, anne babaların bu konudaki ilgisizliği de kültürel sermayenin oluşturulamaması konusundaki önemli etkenler. Bu çerçevede yaşadığımız ülkelerin kültürel sermayesine katkıda bulunamıyoruz. Sosyal sermayemiz de buna bağlı olarak kısıtlı kalıyor, hatta bazen negatif sonuçlar bile doğuruyor.

Bir araya geldiğimizde çok gürültü çıkarabiliyoruz ve kendi gözlüğümüzle baktığımızda iyi yanlarımızı saymakla bitiremeyiz. Ancak hepimiz güçlerimizi birleştirsek, Berlin’deki U-Bahn seferlerinin saatlerini bile değiştiremeyiz.

Kültürel, sosyal ve simgesel sermaye açısından fakiriz ve en kötüsü de ne bunların eksikliğini bile hissetmiyoruz.

Çünkü çoğumuz, paradan başka hiçbir şeye değer vermiyor…

 

Oktan Erdikmen'in diğer yazılarını okumak için lütfen tıklayınız.

NOT: Bu yazıdaki bazı bilgileri, David Swartz'ın 'Pierre Bourdieu Sosyolojisi' ve Pierre Bourdieu ve James Coleman'ın 'Değişen Toplumun Sosyal Teorisi' adlı kitaplarından derledim.

HABERE YORUM KAT